28 Ocak 2007 Pazar

Nihayet İstanbul'da arıcılığa başladım.

MSN'de koyu bir arıcılık sohbetine daldığımız gecelerden birinde, söz döndü dolaştı yine benim köydeki arıların hırçınlığına geldi.

Kahramanmaraş'tan Ahmet Birbilen abimiz dedi ki, Murat kardeşim ben sana 2 ana arı göndereyim, bakımını yaptıktan sonra yanlarında otur, arılarınla birlikte 1 bardak da çay iç.

Olur mu olmaz mı derken Yalçın Sezer hemen organizasyonu yaptı. Analar Ahmet Birbilen'den, koloniler benden kampanyası başlattı.

Böylece İstanbul'da arıcılık yapma fikri teoriden pratiğe geçme aşamasına gelmiş oldu.

Son 3 yıldır acaba İstanbul'da arıcılık olur mu olmaz mı diye düşünüp durduğum şey, meğerse baya da iyi oluyormuş.



Eylül ayında heyecanlı bir bekleyiş sonucu Ahmet Abinin kara kızlarına kavuştum.

Yalçın Sezer'in verdiği kolonilere Ahmet Abi'nin kara kızları yerleştirdik.



Benim ikametgah Küçükköy, Yalçın Sezer'in arılığına uzak kaldığı için, benim arıları yine internetten tanıştığım değerli arıcı kardeşimiz Murat Döner'in Ayazağa'daki arılığına koyduk.



Ekim ayında bakımlarını yapıp arıları sıkıştırdık.





20 Ocak 2007 tarihinde boyasız kovandaki arı malesef söndü.



Şimdi senaryonun geri kalanını yazmak için sabırsızlıkla ilkbaharı bekliyoruz.

Murat sana 2 tane arı sana yetmez görürsün bak, en az 20 tane yaparsın diyen Ali Türk haklı çıkacak galiba. Bugünlerde Murat Döner ile birlikte kerestecilerden fiyat alıp duruyoruz.

26 Ocak 2007 Cuma

Halil Bilen, başladık bakalım!

Halil Bilen'in yaptığı kampanya etkisini gösterdi ve bi' blog da ben hazırlamaya karar verdim. Doğaya merak, köye kaçışlar, arada arıcılık faaliyeti, sanal arıcılık derken yıllar geçti ve bu işlere başlarken hiç ummadığım bir noktaya geldik. En azından henüz tam anlamıyla gerçek arıcılığa başlayamamış olsam da, ufak tefek adımlar attım ve en güzeli de internetten çok güzel arıcı dostlar edindim.

Sanal arıcılığımı bilen herkes niye gerçek arıcılığa tam anlamıyla başlamıyorsun sorusunu soruyor.



Benim köydeki arılar sanki yamyam ırkı, her hevesle köye gidip arılara bakım yapmaya kalktığımda beni ters yüz edip biletimi elime verip istanbula geri gönderiyorlar.

Tabi yüzümde gözümde bıraktıkları hatıralarıyla birlikte.

Ama yine de onları çok seviyorum, beni çok misafirperver karşılamasalar da, saldım çayıra mevlam kayıra dediğim halde yıllardır kendi kendilerine varlıklarını sürdürüyorlar.



Bu yakınmamı abartı görenler yukarıdaki fotoya bi göz atsın. 2006 mayıs ayında bakım yapayım derken körüğün geldiği hale bakın. Kitaplarda arı koyu rengi ve deriyi sevmez diyorlardı, benimkiler hiç sevmiyormuş.

Ali Türk bu konu ile ilgili yorumlarını bekliyorum, bu işi çözsen anca sen çözersin.