28 Temmuz 2008 Pazartesi

Trakya'da Bu Sene Bal Dönemi Verimli Geçti

Arıları Kestane'den sonra Marmara Ereğlisi Yakuplu Köyü'ne getirmiştik. Aradan geçen yaklaşık 1 ay içinde arılar üzerlerine düşeni yapmışlar, bize de balları almak ve süzmek görevi düştü.

Yakuplu'daki arazi Mustafa abinin kendi mülkü. Arı koymak için çok elverişli bir yer. Etraf çevrili ve kenardaki yükselti doğal bir duvar görevi görüyor. Arazi hiç rüzgar almıyor.

Bal süzme çadırı gezginci arıcılığın olmazsa olmaz aksesuarlarından. Mustafa abiler bal sağımı yöntemi olarak, gündüz balları alıp kasalara arı girmeyecek şekilde yığıyor, hava kararınca da geceleyin çadırda süzme işlemine başlanıyor.

Ballar kovandan alınırken, arılar kovan önüne silkiliyor. Kovan içine silkilirse, aynı arı tekrar tekrar silkelendiği için koloni çok saldırgan bir tavır izleyebiliyor. 1 kişi kovandan ballı çıtayı alıp arıları uzaklaştırıyor, yardımcı olan kişi de çıtayı hemen alarak arıların giremeyeceği şekilde kasaya koyuyor.

Hava bal sağımı açısından idealdi. Hafif bir nektar akımı devam ettiği için arılar sakindi, gökyüzü parçalı bulutluydu o yüzden gündüz hiç terlemedik. Bir ara hafif bir yağmur da yağdı ve güzel bir gökkuşağı oluştu.

Öğle yemeği molası, yorgunluk yavaş yavaş çökmeye başlamış sanki.

Arıcıların en mutlu anı. Yıl boyu harcanan emeklerin karşılığı alınınca yüzler böyle gülüyor.

Gece çadırda yoğun bir bal süzümü faaliyeti. Ortamın soğuyup balların koyulaşmaması için çadır girişleri iyice kapatılıyor ve içeride lüx yakılıyor. Gündüz çok terlememiştik ama gece bunu telafi ettik çadır içinde oldukça terledik. Mehmet Kabaoğlu babasının en büyük yardımcısı. Adem Erdem de sağolsun Keşan'dan gelerek bal süzümüne katıldı.

Cumartesi Sabah 11 gibi başlayan maceranın ilk bölümü Pazar Günü sabah 8 gibi arıların tacizlere başlamasıyla bitmiş oldu. Herkes bulduğu yere yattı ve gece yaşanan uykusuzluğu gidermeye çalıştı. Pazar günü malzemeleri toparlayarak ve dinlenerek geçti, çünkü akşama arıları kamyona yükleyip İstanbul'a doğru yola çıkacağız. Ne kadar yorulduğumuzu Mustafa Abi'nin yüz ifadesinden anlayabilirsiniz.

Bu da benim bu seneki hasılatım. Allah bütün arıcılara ürettikleri balları güle güle yemeyi nasip etsin.

Malzemeleri topladık havanın kararmasını bekliyoruz. Güzel bir serinlikle birlikte tatlı bir yorgunluk da hepimize iyice çökmeye başladı.

Son bir gayretle kamyonu yükledik. Arazi kamyon manevralarına uygun olduğu için yükleme işi çok kolay oldu.

Gece trafik oldukça yoğundu. Bizim gibi başka arıcılar da dönüş yoluna girmişlerdi. Gece 1 civarında İstanbul'da kamyonu indirmeye başladık. O kadar çok yorulmuşum ki, bu anı fotoğraflamak hiç aklıma gelmedi. Çünkü işin bir an önce bitmesi ve eve gidip yatmanın dışında birşey düşünmüyordum.
Gezgin arıcılık Türkiye'de şartlarında gerçekten çileli bir uğraş, bunu yaşayarak anlamış olduk. Allah geçimini bu işten sağlayan bütün arıcılara Anadolu yollarında kazasız belasız yolculuklar ve bol kazançlar nasip etsin.

22 Temmuz 2008 Salı

Bal Reçelden Pahalı mı Olmalı?

Türkiye'de bal fiyatlarının düşüklüğüne vurgu yapmak için, reçel fiyatına satıldığı söylenir. Üretimden uzak olanlar ve reçeli market rafından alanlar açısından bakarsak bu karşılaştırma doğru olabilir. Ama reçelin kavanoza girinceye kadarki aşamalarındaki zahmeti görürsek, bal ile reçel karşılaştırmasının ne kadar anlamsız olduğunu anlayabiliriz.


1997 yılında köye merak saldım. Büyükşehirde yaşayan ve gün boyu beton binalardan başka birşey görmeyenlerin en büyük düşüdür, bir gün köye dönmek doğa ile başbaşa yaşayabilmek.

Evin önündeki bahçeye bütün meyvelerden üçer beşer tane diktik. Kuruyanları temizledikten sonra meyve veren yaklaşık 120 tane de vişne ağacımız var.

Vişne bahçesinin çapalama, sulama, ilaçlama ve budama bakımlarını yıl içinde babam yapıyor. Her Temmuz ayında ise bize toplamak düşüyor. Yıllık iznimi vişne hasat mevsimine denk getiriyorum.

Köyler imece usülü yardımlaşmanın yaygın olduğu yerler. Sağolsun köydeki hısımlarımız toplama sırasında yardıma geldiler.

Hasat zamanı oldukça yorucu geçiyor, sabah en geç 7.30 da bahçeye iniliyor, akşam 20.00 gibi kasalar traktöre yüklenmiş oluyor.

Hasat sonu yanyana dizilen kasalar günün yorgunluğunu unutturan bir görüntü oluşturuyor.

Gelelim reçel ve bal hesabına. Bizim vişnelerimiz henüz reçel aşamasına gelmedi, toptan sattık. Fakat satış aşamasına getirmek bile büyük bir çile. Yaklaşık 5 kişi 3 gün boyunca vişne topladık. 1 ton civarında vişne oldu. Kilosu 1 liradan 1000 YTL para alındı.
Babam bahçeyi sürdürmek için 300 ytl vermiş, budatmak için 75 ytl, ilaçlatmak için 100 ytl.
Kendisi de fidan diplerini 8 günde çapalamış, 5 kişi de 3 günde hasat yaptı, yevmiyeleri siz yazın.
Dikkatli bakarsanız fotoğrafın orta sol tarafında arı kovanlarını farkedebilirsiniz. Mevsim başında 10 kovan vardı. Çoğu oğula kaçmış, babam 4 tanesi yakalamış kovana koymuş. Oğula kaçanlar ve başka problemi olanlar katlara çıkamamış. 3 Kovan kata çıkabilmiş, bu arılardan yaklaşık 70 kg bal süzebildik. Bu balı kilosu 15 YTL den satsak 1000 YTL civarında para tutuyor.
Yani yıl boyu verilen büyük emekler ve yapılan masraflar karşılığında yaklaşık 7 dönümlük vişnelikten alabildiğimiz vişne 1000 ytl civarında, bahçenin bir köşesinde saldım çayıra mevlam kayıra mantığıyla yetiştirilen arılardan hasat edilen bal da aynı değerde.
Eğer bal ile reçeli verilen emek ve çekilen çile ile karşılaştıracak olursak, kesinlikle reçel baldan daha pahalı olmayı hakediyor.


2002 yılında tamamlayabildiğimiz fakirhanemiz. İnşaatı ve bitmesi benim açımdan epey zorlu oldu. Görenler villa muamelesi yapıyor ama harcanan malzeme sıradan bir gecekonduya yapılan masraftan fazla değil. Sadece şekline şemaline biraz dikkat ettim. Bir de boyayınca iyi bişey olcak sanki.

Evimizin balkonundan görünen manzara. Burada oturarak içilen çayın keyfine doyum olmadığını söylemeye gerek yok.

Hasattan sonra işimiz bitti rehavetine kapılamadık. Babam bahçenin ota boğulmasını önlemek için komple bir çapalamadan geçirilmesi talimatını verdi. Bu operasyonda Enes oldukça yüksek bir performans gösterdi, hepimizden çok çalıştı. Sanki bizden bayrağı devralmaya çoktan hevesli gibi.

Babamın yönlendirici talimatlarıyla çapa yapmanın mantığını kavramaya çalışırken, Enes yanda kıs kıs gülüyordu.

Hep çalışmadık tabiki, çapa makinesinin kayış yanınca bize de gezmek düştü. Bu fotoğraf karesi iyi oldu sanki, insanoğlunun yeryüzündeki büyük yolculuğunu anlatıyor gibi.

Arif Uysalın köyü bu dağların ardında.

Küresel ısınma ve kuraklık problemini bu seferki gezilerimizde çok net gördük. Daha Temmuz ayı olmasına rağmen birçok pınar kurumuş. Çocukluğumuzda hayvanları suladığımız pınarları bu şekilde görmek hüzün verici bir duygu.

Suyu damacanadan içmeye alışkın yeni nesil için bu pınarlar çok anlam ifade etmez. Ama bizim için bir yaşam kaynağıydı onlar. Çantanda ekmeğin ve biraz da kuru soğanın varsa, bir pınar başında oturmanın keyfi hiçbirşeyde olmazdı.

Köyümüzün yaylasında akşam üzeri, güneş batmak üzere.

Bu dağın ardında bi dağ var oyyy oyy oyyy. Bu dağın ardında bi dağ var oyy oyyy oyyy.

Güneşin batışı köy maceramızın sonunu bittiğini anlatıyor. Cumartesi sabah erkenden kalkıp Bilecik yollarına düştük. Sevgili arıcı arkadaşımız Arif Uysalın oğlunun sünnet düğününe yetişeceğiz.

Allah tamamına erdirsin, damat olduğu günleri de göstersin temennileriyle düğünden ayrıldık.

Bu arada Eskişehirden Birol Temur arkadaşımız da düğündeydi. Karşılıklı olarak gözümüz bir yerden ısırıyor pozisyonunda kaldıktan kısa bir süre sonra jeton düştü. Arıcılık ve internet çok güzel dostlukların oluşmasına vesile oldu. İlerleyen yıllarda bu dostlukların daha da pekişmesi dileğiyle.

Bileciğe gelmişken Şeyh Edibali Türbesini ziyaret ettik ve Türbe bahçesinde kurulmuş yörük çadırında birşeyler içip dinlendik.

Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu ders olarak anlatılırken, Şeyh Edibalinin adından çoğu kez söz edilmez. Ama 400 çadırlık bir aşiretin, 50 yıl içinde dünyaya kafa tutan bir imparatorluk kurabilmesinin arkasındaki ruhu anlayabilmek, Şeyh Edibaliyi kavrayabilmekten geçer.
Kısa bir anektod, Osman Gazi Şeyh Edibali'nin kızı ile evlenmek isteyince, Ahi Şeyhi Olan Edibali, bizim töremizde mesleği olana kız verilmez der. Osman beyin beyliğini meslekten görmez. Bu cevabı alan Osman Bey, Bilecik tabakhanesinde 6 ay çalışır ve Kalfalık beratı alır. Böylece Şeyh Edibalinin kızı ile evlenmesinin önündeki engel kalkmış olur.

Bu da bütün çocuklar melektir deyiminin fotoğrafı. Allah anasına babasına bağışlasın. (Birol Temur'un kızı)

3 Temmuz 2008 Perşembe

Arıcıların Trakyaya Yolculuğu Başladı

Geçen 2 hafta sonu arılıklar epey yoğundu. Kestane sağımı ve hemen ardından Trakya yolculuğu başladı.

Fakat bu dönem zarfında fotoğraf çekip haber yapma şansım olmadı. Herşey sevdiğim bir komşumun Cuma akşamı arayarak "ben bu gece tatil için yola çıkıyorum, benim fotoğraf makinesi bozuldu, seninkini alabilir miyim" demesiyle başladı. Benim evdekilere bile işim olduğunda yalvarmalarına rağmen vermediğim makineyi, komşuma işim var veremem diyemedim. Arıcı olsaydı derdim ama :)

Fotoğrafları Adem Erdem'in makinesiyle çektim ama ayarını yapamamışım sanırım, sonuçlar kötü çıktı.


Pazar günü gündüz vakti taşınacak kolonilerin üst örtüleri sinek teli ile değiştirildi. İstanbul'dan Keşan'a uzanan uzun yolculukta arıların havasız kalma riski önlenmiş oldu. Resimdeki körükçü ben oluyorum.

Özellikle güçlü kolonilerin bu şekilde sinek teliyle kapatılması, korkulu rüya görmemizi engelliyor.

Arı taşımanın en oyalayıcı aşamalarından birisi de, kuluçkalık, ballık ve kapağın sabitlenmesi. Anadolu'nun bir çok yerinde bu işlem doğrudan çivi çakılarak hallediliyor. Çivi çakımı hem fazla emek istiyor, hem de kovan ömrünü azaltan bir uygulama.

TKV kovanlarından görmeye alışkın olduğumuz telli kilit sistemi çok pratik. Kovan üzerinde fazla teferruatlı gibi dursa da, parçaları birbirine güvenli olarak kilitliyor.

Başka bir yöntem de paketleme işlemlerinde kullanılan, plastik şeritlerden kullanmak. Basit bir makine ile plastik şerit gerdirilerek, birbirini tutması için metal klips takılıyor.

Bu sistem de iyi çalışıyor. Hem gerdirme sayesinde bütün parçalar birbirine sıkı sıkıya oturuyor, hem de kovan ömrünü azaltıcı bir işlemden kurtulunmuş oluyor.

Bu arada Cumartesi ve Pazar günü Bahçeköy'deki arıcı arkadaşlara aktif olarak yardımda bulundum. Sık sık da "nasılll sanal arıcılık mı kolay bu mu kolay" sorusuyla karşılaştım. Biraz okumuş ve kalem erbabı olduğumuz varsayımıyla, bu işten yılıp su koyvereceğim beklentisi oluştuğunu farkettim. Ama merak etmeyin sanal arıcıların yüzünü kara çıkarmadım. :)) Yorgunluktan yan gelip yatma durumunda kalsam da, sonuna kadar devam ettim.


Flashlı çekim olmasına rağmen yine makinenin ayarsızlığından olsa gerek bu resimde de istenilen sonuç alınamadı. Yükleme yaparken kamyona kovanları istif için beni çıkardılar. İş bitiminde de Mustafa Kabaoğlu abimizden helal olsun işte şimdi gerçek arıcı oldun takdirini aldım. :) Yakında sanal arıcılıktan gerçek arıcılığa geçiş sertifikamı hazırlayıp verecek.

Yorulduk, terledik, kirlendik ve Adem Erdem abimizi Keşana doğru uğurladık. Ertesi sabah sağ salim yerine ulaşıp arıları açtığını duyunca bütün yorgunluklarımızı unuttuk.

Bu arada komşum aradı, senin makinenin markası neydi diye sordu :)) Meğer otelde kaybetmişler makineyi, duyuru yapmak için marka soruyor.